Sunday, October 29, 2006

UZAK KADERLER IÇIN

Birgün, bir yagmurla garip garip
-Çolugu çocugu terk edecegim.-
Bir sevgiyle doymayacak kalbim,anladim
Alip basimi gidecegim.

Asir yirminci asirdir,amenna
Bir yanimda sevgilerim, bir yanimda sancim
Neon lambalari büsbütün karartir gecemizi
Uzaklar daha uzaklasir
Bir define çikarir gibi kayalardan, Ademden beri
Simsicak sevgilere muhtacim.

Bir gün alip basimi gidecegim
-Yildizlar isisin, yollar üsüsün, yollar...-
Belimi bir ilik sal sarsin, mavi
Hüzünlü bir serencamin ardindan, sarkisiz
Rüyalarim unutulmus bir handa pes desin
Görmüs geçirmis bir çift duygulu dudak karsisinda.

Kendi kendine çekilmez oluyor ömrüm
Her insanin ayri ayri yasayabilsem kaderinde
Diyari gurbette kanli bir ask
Bahtsiz bir çocukluk uzak köylerin birinde
En uzak beyazlar,
En yakin ikindilerde, duygulu
Ve bir sahil meyhanesinde bir aksam
Içip içip aglasam...

Nasil kisa kesmeli bilmiyorum?
Herkesin derdinden pay isterken.
Uzak kaderlerin sulari çaglar simdi
Yildizlar dökülür sonsuza içimizden.

Birgün, bir parkta otururken, biliyorum
Bir el yagmurla dokunacak omuzuma
Bir çift göz,bir davet, bir kalp
Çolugu çocugu terk edecegim.
Yapraklar dökülecek, çiçekler solacak

Bir sonbahar,bir sabah ve bir yagmur olacak
Toprak ve insan kokulariyla,
Ugultulu bir sarhosluk içinde, yillar için
Basimi alip gidecegim.

Edip Cansever
(Türkiyem)

BAHARI BEKLEYEN'E

ben kisin guzelligini soylerim ne gelirse dilime
cunku kis bir hazirliktir soluguma kipkirmizi gulume

nice kirmizi ayaklar gelip gecti o gun katar katar
kis gunleri sozgelisi ben bir cop bile almadim elime

alti kiz bir ayisigi def calip sarkilar soylediler
beri yanda ormanlar yanardi, cigerpareler lime lime

artik su uyur ask uyanir mendilim kana boyanir
bilirim bu baharda da herkes hasetlenir halime

ve ellerim batik bir suda akar gozlerim her seye bakar
bahar bir gelsin yeter artik eksikse de birak elleme

su uyur dusman uyumaz sularin dibi gullerde
<>

alti kiz bir oglan def calip sarkilar soylediler
baktim birinin kara bir gecesi dusuvermis mendilime

simdi elimde baston silah, basimda sapka oyle
agzimda kursun hizinda sectigim her kelime

su. hic kimse durmazsa her sey yurur, bu ask demektir
her sey kullanilmazsa dirim bir ihanettir olume

sakiniz elimiz filan temiz bahari filan bekleriz
fincani tastan oyarlar icine bade mi koyarlar

biz silah kusaniriz bize bir sey soyleme

Turgut Uyar / Divan'dan.

SEN GOZLERIMIN ICINDE

Ben daha buyuk
Ben daha yuce
Sen gokyuzu
Ben insan
Ben sevgi
Ben dusunce

Ben daha buyuk
Ben dana yuce
Olurum ozgurluk icin
Acilar bende
Umutlar bende

Ben daha buyuk
Ben daha yuce
Sen gokyuzu
Sen sonsuzluk
Sen bende
SEN GOZLERIMIN ICINDE

ORHON MURAT ARIBURNU

NERDESIN ??

Geceleyin bir ses boler uykumu.
Icim urpermeyle dolar:--- NERDESIN??
Ariyorum yillar var ki ben onu,
Asikiyim beni cagiran bu sesin.
Gun olur suruyup beni derbeder,
Bu ses ruzgarlara karisir gider.
Gun olur pesimden yurur beraber,
Ansizin haykirir bana:--- NERDESIN??
Butun sevgileri atip icimden,
Varligimi yalniz ona verdim ben,
Elverir ki bir gun bana derinden
Ta derinden bir gun bana "GEL" desin.

AHMET KUTSI TECER

HIRÇIN BİR YÜREK

Desinler, çılgın yürek çarptı tam yirmi beş yıl
yaşama girmeye çalıştı hep
karınca yuvalarına, kelebeklerin karıncıklarına
Desinler, uslu ve durgun gözükerek. Ondandır
Desinler, ayaklarını bir yay gibi gererek yürümesini
yerdeki karıncayı bile ezmek istemediğinden
Desinler, ezdi kendi çılgın yüreğini tam yirmibeş yıl
Desinler, tam yirmibeş yıl, insanları hoşgörerek.
Son ikibuçuk yıl zaten burda değildi,
Desinler, bulutların üstünde görürdük onu çoğu kez
dünyanın en sade ve akıllı kızıyla gezerken
anılarını günde üç kez tazeleyerek
Desinler, çayı bile acıydı, şekersiz içerdi
Desinler, “Allah kahretsin”di en sevdiği, kullandığı sövgü
allah’ın olmadığını da biliyordu çünkü,
Desinler, içleri biraz olsun titreyerek.
Başının eğriliğine ve diline aldırmadı
Desinler, yaşamın en büyük olduğunu görerek.
Biri de vardı adı dişi geyik anlamına
Desinler, ama o geç kavramıştı neden o şiiri sevdiğini
tabii neden sonra. Ve hep böyle anlayışsızlıklarla
sevdiklerini uzaklaştırdı kendisinden
Desinler, her keresinde, kendisinden çok sevdiğinden.
Garip bir çocuktu zaten, tam yirmibeş yıl
Desinler, yüreğini çiğneyerek geçirdiği, anlardık
gözlerinden:
- Kötülük etmek istemeyen ilk insandı -
Desinler, onun için sevdiklerinin sayısıyla övünmedi,
nitelikleriyle, kavgacı oluşlarıyla övündü
Desinler, başkalarının dediklerine aldırmayarak
yaşadı tam yirmibeş yıl ve anladı son günlerinde
bir şiiri, bir olguyu başkaları için yazdığını
Desinler, son isteğiydi burnunu burnuna dayamak
siyah saçlı, siyah gözlü esmer bir kızın
Desinler, yaşadıkça aynı çatı altında beraker olmak
ölürken dağlardan tek bir kaya gibi yuvarlanmak.
Yüzme bilmezdi ama sanki hep bir yarıştaydı
Desinler, şiirleri suyun yüzüne son çıkıslarıydı.

NOT: Desinler diye, hiç insan kıyar mı kendine.

Modern Türk Şiiri, Yönelimler, Tanıklıklar, Örnekler
Ahmet Necdet, Broy Yayınları, 1993

HAYAT BAHÇESİ

Bahçe tarumar. Ama gözler önüne serilen
Görüntünün sesi mi olmalı sözler? Serçe
Cıvıltıları, çan sesleri, at pislikleri,
Rüzgârın kuru yapraklarda bıraktığı
Hışırtı yapışıyor sanki yirmi yıldır
Kullanılmayan bahçeye, babanın ölümüyle.
Toplumsal arkeoloji mi ırgalayan beni
Tahrik eden, edilen bir leş kargası gibi?
Meraklıyım. Budanmamış güller çılgın
Palmiyelerin kuru dallarının altında,
Kendiliğinden ölen çiçekleri toplanmamış
Zakkumun. Gübre ve çürüyüş. Tohumdaki ev
Kale gibi gözlüyor şimdiki ve geçmişteki
Yaşantıyı: Kız ve erkek çocuklar burada
Denge buldular nilufer yapraklarında, çember
Çevirmişti büyükler havuzda, sonra fırladı
Resimden haylaz damat ve gelinler. Ama
Onlar bir kez kapıdan girdiler mi
İçeri, gözleri parlardı babanın, ayrıldılar mı
Bir kaptan bakışını giyer, şapkasını geçirir
Sözüne, kimse evde durmak istemezdi
Tanışmamak için gözü dönmüş yalnızlıkla.
Oysa ölümün görevi ne, gelir padişah
Tekillik. Tek, sonra birden aynı
Merdiven basamakları, aynı işçilik, aynı
Anlamı bulunca evin biçeminde, dünya
Ne kadar acı dolu, herkesin kendi
Kefesine uygun dağılan. Acı aynı,
Zevk de, ama kefen ne kadar geniş
İse, ağırlığın ne kadar fazla ise
O kadar götürüyorsun işte öteye.


ALİ CENGİZKAN

AYAKÜSTÜ YAŞANMIŞ ÖLÜMSÜZ AŞK HİKAYELERİ (II)

HER DURAKTA ÖLÜMSÜZ BİR AŞK EDİNECEĞİM
BİR BAKIŞTAN BİR DURUŞTAN
ÇAĞRIŞIMIN SONSUZ HIZINDAN
UNUTULMAZ BİR SEVGİLİ DAHA BIRAKACAĞIM ARDIMDA
BELKİ DE YAŞANABİLECEK EN UZUN SERÜVENİ TERK EDECEĞİM
DAHA OTOBÜSÜN İLK BASAMAĞINDA
KİM BİLEBİLİR Kİ?
SONRAYI, SONRASINI KİM BİLEBİLİR?
GİZLİ GİZLİ VEDA EDECEĞİM ONA, GÖRMEYECEK
VE BU DUYGUYLA BURKULMUŞ YÜREĞİM
OTOBÜS CAMINA BAĞRINDA KANLI BİR OK İLE
BİR AŞK LEVHASI ÇİZECEK, AH MİN-EL
BU DA ÖTEKİLER GİBİ KENDİSİNİ ÖLESİYE SEVDİĞİMİ BİLMEDEN
YAŞAYIP GİDECEK

GÖÇEBE

Birbirinde arınan iki nehir gibi
Birbirimizden geçerek
Çıktığımız açıklık
Ruhlarımızı yeniden bölüştürüyordu bedenlerimize
Uçurum içini çekiyordu
Orman fısıldıyordu
Kumlarını silkeleyen göçebe bedenin
Yeniden düşüyordu yola
Görünmezin atlarıyla uzaklaşıyordun
Erkekliğin sütunu bıraktığın
Tuzlu dudaklarım
Ardından bi şiiri mırıldanıyordu sana

Uçurum, orman, ay ve bedenindeki birkaç işaretle
Zamana geçirilen dayanıklı söz, o gece
Ardından mırıldandığım şiir
Şimdi başkalarının dudaklarında göçebe

murathan mungan

TENHA

her siir boydanboya
bir IssIzliktir artik
dizelerse giderek daha tenha

acinin duzyazisi olmaya
hazir mi sozlerin kI$I?
asklar! onlari yazan yasasin
sarI$I
n atlas kagitlarda yaz
ne guz okunur agaclar guya

sen sussan da susmasan da bir
tutup tutustugun hayale
agirdan iri guller ve lale
duser dustugun melale
ve huznu yeniden okumak
icin bir kitap olur dunya

ve her siir boydanboya
bir issizliktir artik
dizelerse giderek daha tenha

Hilmi Yavuz

YALNIZLIK BIR TARIHTIR

Yalnizlik bir tarihtir ikimiz
Dururuz odalarda bir giysi gibi
En kalin soluklarla cekiyor ipi
Kimbilir kimlere kalmisligimiz

Yalnizlik bir tarihtir sen misin
Bir gecmisi surup giden ak turna?
Ya benden onceydi ya da cok sonra
Bir halk turkusune gul olan sesin

Yalnizlik bir tarihtir onlarla
Gok dedigin iki kusun arasi
Ey ilkyazli guluslerin sonrasi
Ansizin donuyor gul, bakislarda


[Hilmi Yavuz, BAKIS KUSU, 1969]

Saturday, October 28, 2006

GONUL CESMESI

Aksamin dokulen gulleri suda
Capkin yildizlarin elleri suda
Dolunay gelindir telleri suda
Gunduz sustun gece soyle gonul cesmesi

Sonsuzca koprudur dag, tepe, bayir
Irmaklar dusunur pinarlar uyur
Susayan ruhlari sesinle doyur
Gunduz sustun gece soyle gonul cesmesi

Hep sana uzanir golgeden yollar
Uzgun bulutlara ozlemin dolar
Gozune degmeyen cicekler solar
Gunduz sustun gece soyle gonul cesmesi

Silinsin bu aksam dunyanin pasi
Yeniden tutussun kalbin yarasi
Dolsun sairlerin sihirli tasi
Gunduz sustun gece soyle gonul cesmesi

Ayla Oral

YAZ ORTASINDA ÜŞÜMEK

Kar durdu
Yaşlı bir köylü yüzüyle
Bezgin ve dinç
Doya doya gülmemişliğin dinçliği belki bu
Belki hep borçlu olmanın

Kar durdu
Bir çocuğun ilk kımıltısı gibi
Beklemede bıraktı sessizliği
Gün -o hep buruşturup attığımız- gün
Üstünde yarım bir söz
Işıltıya durdu: Sev...
Kar durdu

Durdu saatleri kuşkunun
Karın üstünde yarım bir ayak izi
Bir silik söz: Belki... yarın

SENNUR SEZER

AKŞAM TÜRKÜSÜ

Kimse öldüremez bu boşunalık duygusunu
Soğan doğra kıyma koy ateşi kıs
Ateşi kıs pirinçler diri kalsın
Salçalı pilavlar votkalar kahkahalar

Ödemez arkadaşsızlığımı
Zor günler yaşadım
Utanmam anmaktan
Çirkindim yoksuldum arkadaşsızdım
Kocaman sözler iri göğüsler hantallıktı simgem
Utanmam
Ama akşamları
Bu boşunalık duygusu kapıyı çalmadan
Usulca ilişiverir yanıma
Çocuğu giydir parklara çık
İşten dönenleri gözle
Köfte güzel olmuş saçın yakışmış
Orhan ağbi ölmüş... Artık yazmıyor musun?
Kirazlar aldandı
Ben aldanmadım
Ayşeyi büyüttüm
Büyüttüm öfkemi... arkadaşsızlığı
Çirkinliği
Hadi saçlarını kes ninniler söyle:
Kızımın da adı Ayşe
Yiğit atılır ateşe
Bu ışık böyle büyüsün
İş düşmez bir gün güneşe
Hadi çamaşırları yıka ölülere ağla
Ninni söyle:
Kızımın da adı Bengi
Dünyaya saldığım türkü
Sular aktıkça durulur
Bozuk yapılar yıkılır
Çürür sarı yaprak gibi

Hadi kendini yen hadi kendini

SENNUR SEZER

DALGALAR

Bu sabah salkım söğütler sallanacak yine ölüler üstünde
çırpınacak öylece uzak kıyılarda
esecek ses veren yüreğinin üstünden doğru rüzgârı
geçenlerde anlatmıştır bozkırın acımasızlığı
insanoğlunun suçlu yürüyüşünü kutsal dağa

hani canım hatırlasana, şimdi oturduğun yerde eskiden
bir tahtın bulunduğunu
ışıklı bir kapıdan
kanatlanmış ayaklarınla
geçmiştik birlikte
gelirler
öperler seni, yağmur saçlı sicim saçlı ruhlar
tanıdık onlar, geçen gün aynı ağaçların arasından

geçmiştiniz
yollarınız ayrıydı ama herşey kızılrengi, duman, yeşil

kırık bir horoskop'tan

yitirilmiş denizler aşkına
böyle olabilirdi ancak
iniltiler hummalar yağmurlar
besleyici asitler
kedi gözleri aydan düşen ay parçaları
suskunluklar dağı ovanın kitapsı yıldızları
hepsi teninde tutuştu, gövdeni sakladığın yerde tutuştu.

SEYYAH

'Hiçbir yere gidiyorum, hiçbir yerden geliyorum süsen
batağına saplanıyor gözüm, çamurlu ok bölüyor seyrediyorum.'

Saçlarının fırtınasında bilinen düş çemberinde
kızıl çatıların sahibesiydi, deniz diliyle
unutulmuş bir deniz bitkisini dikiyordu ön bahçeye
ısırganotu pelesenk yırttı geçti ateş koluyla
gece gömüldü. . . bütün sahiplerin sultanı bir bebeğin
gizil dilini kullandı hep, iki su ayracında
aramızdaki nehir sesimizi gömdü hep
kil taşlarla, öte tabut kendini reddediyordu
ve mezar çekiyordu. . .
Gece kuşu göğsümdeki gece kuşu
göğüs kafesimde mavi göl düşüyle
köle isteminde, dudak bin kez yaraya dokundu
kubbenin ve tanımsızdan, uyuklayan İbliskız'dan
özgürlük sarkacına, bir o yana bir bu yana
ırmakla ve denizle ve zamanla ve suyla ateşle
yaseminle tunçla ve . . .
. . . yine dizlerim toprak düzeyde
düştüm
hayatın önüne. . .
bir kartalla gizli. . .

Bebek soyumuzdan bilginç aynalara
gözleniyordum ve gözleniyordum
tutsaktım ve tutsaktım
bırakıldığım yerde
o cevher kuyusunda, karanlığın kollarına vermiştim kendimi

ve yine
şafak şafak şafak
gizil kartalın sonuyla . . .

bir daire çiziyordu ve bekliyordu, bu yüzden her şey
yeryüzü, suları besliyordu
ince titrek özenilen kadından
iki ayrı safir kanat çıkıyordu. . .
(hazırlanabilirdim bu kanatları kesmeye ve tüy
bilezik yerine
uzayın çiçeği)
siyahi kuzgun bakışlarını armağan ediyordu
tanıdık bir düş, ancak yabancı parmaklarımızda
yabancı gülle. . .
ayraç siz miydiniz!
diye soruyordu kızıl çatıların kadını, ayraç, ayraç . . .
o pek besili zambak, cici kuş
o pek acı suyun tadı dilimde. . .
düşle beslenmiş ağaç
bu kez düş sizi bırakıyordu

Yalnızca ırmağın taşlarına takıldı uzun saçlarım
ah uzun saçlarım benim
yalnızca gömütteki yıldızla eş
yeşildi dünya
işte o kadar yetiyordu ve biliyordu ayraç yıldız
ve yıldız
tabutuna çekiliyordu. . .

GULSELİ İNAL

ACININ DUVARI ASILINCA

Kendisi çatlamadan
Topragi çatlatamaz tohum

Asmisim sinirini mutsuzlugun
Ayrimsayamiyorum bile öyle mutsuzum

Acisini artik duyamiyorum
Ki kendim öyle bir aci olmusum

Nasil görmezse göz kendini
Kendimi ariyor bulamiyorum.

Aziz Nesin

YOKLUGUNDAKI SEN

Yine yalniz degilim her zamanki gibi
Bu Uzakdogu gecesinde yoklugunlayim,
Aramizda yirmibesbin kilometre
Sen kistasin ben yazdayim
Sen bir yarisinda dünyanin
Ben öte yarisindayim
Yine de birakmiyor ellerimi yoklugun
Daha da bir gönlümcesin
Varligindan bin kat güzel
O yalimsal çiplakligin yalaz yalaz
Ve en gizlerden konusurken ellerin
Içimden gelmiyor mektup yazmak demeden
Sevisiyoruz yirmibesbin kilometreden

Aziz Nesin

kavşak

İnce uzun bir iskelenin ucunda,
denize dikmiş gözlerini, kımıldamadan,
öylece duruyor adamın biri akşam üzeri.

Önünde su, arkasında kayalar,
unsurların kavşağında kalakalmış sanki.
Giderek kararıyor çevresinde suların rengi.

Ya bir gemi var bu saatlerde beklediği,
ya da sulara bırakıverecek kendini.
Öylesine ince bir denge ki!


RONI MARGULIES

BU DAĞ BİTTİ

Bu dağ bitti bebeğim
Yavaş yavaş topla şarkını
Nereye gitsen
Uzak düştüğün bir deniz var
Ayak izin balık pulu, gözlerin
Balıksırtı meneviş
Dünyaya her dokunuşun
Su serinliği
Sana gore değil dağlar
Üstelik kumsallar şimdi daha çok özlüyor seni

Tırnakları sökülmüş bir gençlik
Yazılıyor duvarlara
Ateşten yaratılmış gölgeler dövüşüyor
Etle kemik uğruna
Kırıp kırıp dalları
Uçurumlardan atıyor bir el
İstiridyeler inci sakınıp ayışığından
Derine, daha daha derine kaçıyor

Kimse kimseyi dinlemiyor
Herkes çok özlemiş kendi sesini
Öyle çok öyle çok yazılmışlar ki
Sabahlara dek konuşuyorlar
İsa musa çöl muhammed meryem
Sen tanrıyı istiyorsun ya
Onlara dua etmek yetiyor

Yırtıyorsun sayfaları, aklını salıyorsun
Derin sulara
Hep sormak istiyorsun ama
Öğrenmek istemiyorsun
Kimse kimseyi dinlemiyor nasılsa
Aynı güneş de değil bu
Ergimiş maden tonunda
Hiçbir işçi yüz dökmemiş doğumunda
İşçi niye bir şey henüz yokmuş ki

Küçücük öyküleri birbirine ekliyor zaman
Sonradan önümüze seriyor onları
Ömrünüzün üvey sokakları
O zaman geçit veriyor
Çıkıp gidiyoruz
Sen ardına bak, şarkını topla dağını öp
Kumsallar çok özledi sesini.

AŞK AKIŞI

Aşklar vardır, adak ağacına çatılmış beşik
Aşklar vardır, iki ıslak çakıl taşı deniz süzdürür
Aşklar vardır, uzak sanılan bir ülkede çiçekler korkudan ölür
İncinerek geçer beyaz bir perdenen rüzgâr

Aşklar vardır, soru burçları bayraksız, gözakları dalgın duvarlar
Aşklar vardır, mavi gözlü bir şiir mezarı başındaki çınarı düşünür
Aşklar vardır, uyku tutmamış bir masal bir çocuğu kaçarken vurur
İki mumya oturur orta sıralarda sinemaların

Aşklar vardır, sütsüz memeler gibi ağu akıtır kendi içine
Aşklar vardır, ot bürümüş bahçelerde sokulgan öpüşler çürür
Aşklar vardır, güneş batar ve yüzler usul usul çözülür
İner dağlardan bir su, bir su çıkar dağlara

Sonra bir dalgıç bulur en bulunmazı
Sonra bir avcı vurur en vurulmazı
Bir inci utanır yalnızlığından
Bir ceylan öder aldanışını
Olup durur bütün bunlar çünkü aşk
Akıp durur
Akıp durur çünkü bir gül benzemez hiçbir güle

YOKTUR GÖLGESI TÜRKIYEMDE

Sabahlari gün dogmadan uyanir
Dilini yutacak olur içi kanlanir
Gün boyu çalisir aydinlanir
Kederini anlarsaniz size ne mutlu
Acir fakir çalisan kadinlara
Titrer bir gönül kiracak diye hanim dizi

Incedir billurdandir yoktur gölgesi Türkiye'de
Bir meçhul Meryem mermerden degil ama kutlu
Gözlerine baksaniz erirsiniz kar gibi
Elinizi sallasaniz rüzgarindan sallanir
Bir geyik olur sizi arar melul ve bakir
Görür gibi uyur konusur gibi susar güler aglar gibi

Sezai Karakoç (KÖRFEZ)

LEYLA KOSESI

Bir de bakalim Leyla kosesinden
Askin kadin adli penceresinden
Birakmisti kendini yazilmis olana
Susmak ve konusmamak denen cana
Evlenmisti ve gorunuste mutlu
Simdiden memnun ve gelecekten umutlu
Fakat bir eksiklik ufacik bir nokta
Kalbi kurcaliyordu hala
Mecnun ne olmustu neredeydi
Nasildi ne yapiyordu hali neydi
Geceleri los golgeler arasinda
Kum tepelerinde ay yarasinda
Mecnuna benzeyen hayaller olurdu
Bu anlarda sanki kalbi dururdu
Bitmis olan bir daha mi baslayacak
Ne care baslayan baslamamis
Bitmis bitmemis olacak
Gibi gelirdi Ona
Urkuntu gecmis ama erememisti huzura
Karanlik bitmis fakat erememisti huzura
Ay tutulmus tutulmus kurtulmustu
Gonlu zaman zaman tutmustu mustu
Gun kirmisti siyah cercevesini
Yarmisti isikta otesini berisini
Baskin korkusuyla urperen cadirlarin
Bugun duzen ve guven, ama yarin!!
Yarina bir guvence olmayan
Neye yarar boyle bir simdiki zaman
Aciyla da olsa dopdolu olan hayat
Bosalmisti zemberegi bosalmis bir saat
Gibi. Donmustu bombos bir kagida
Agizdaki tad benzemiyor eski tada
Irmak kurumus ruzgar esmiyor
Yakici gunesi bir parcacik bulut ortmuyor
Arzu ve korku iki karanlik duygu
Yureginde birbirini kogalayip duruyordu
Ya bir gun geri donerse Mecnun
Yine altust olursa ortalik butun
Daha mi iyi olur daha mi kotu bilmiyordu
Bir umut vardi gonlunde eksilmiyordu
Sonra kiziyordu kendine kiniyordu kendini
Kapamak istiyordu icinde eskinin kepengini
Eski oldu diyelim ama neydi yeni
Ve nasil eskitmeli eskimiyeni
Nasil oldurmeli olmeyeni
Nasil diri sayarsin olu olani
Eski bir zehirdi belki ama yeni
Andiriyordu tatsiz tuzsuz bir yemegi
Beklemek neyi bekledigini bilmeden
Gun gunu ay ayi kogalarken
Beklemek bir vaktin dolusunu
Oc alan kaderin zalim oyunu
Her sey akilla kurulu akilla duzgun
Ama aklin icinde olamali baharat gibi
Bir parca delilik
Oysa mecnun almis butun deliligi gitmis
Kupkuru bir hayat kalmis ve adeta oyun bitmis
Arzulanan zenginlik, at kumas ve ziyafet
Yetmez olur insana bir gun elbet
Insan hep birsey umar bekler
Ne oldugunu bilmez fakat
Fakat sonradan duruldu Leyla
Tevekkulle huzuru buldu Leyla
Ruhta kopan firtinalar dindi
Gokten gonle sukunet indi
Anladi ki aci tatli soguk sicak
Gecmis ve gelecek ayrilmak ve kavusmak
Hep ayni varolusun donusumleri
Aydinlanislari ve sonusumleri
Her sey havada doner durur
Sonunda Tanri varliginda yok olur
Ruh hurdur vucut esir
Ruh baldir beden zehir
Ruh hurdur Tanri askiyla
Bagli degil yer ve zaman kaydiyla
Farketmez gelse gelmese Kays (Mecnun) Ona
Gitse gitmese Ona Leyla
Tanri katinda bulusmuslardir
Hakikat yurduna kavusmuslardir

("leyla ile mecnun" dan)--Sezai Karakoc

SIRAGOLLER

Hashas tarlalari arasindan gececeksin,
Beyaz ve mor hashaslari havaya savurarak
Yeni bir afyon bulacaksin kendine.
ISte o zaman beni unutma,
Sairini, onun siir yazan ellerini,
Icine dizilen siragolleri,
Kendi kendine konustugun seni,
Her seyi, hicbir seyi unutma.

Zakkumlarin arasindan bir sehre gireceksin,
Ask siirleri, tabiat siirleri, tarih siirleri dusunerek
Bir dinamit yapacaksin kendine.
Korkma, atesle onu.
Oldurecek nice baliklar vardir sularinda,
Patlamayla dirilecek nice baliklar vardir.
Iste o zaman an beni, yasa beni,
Iste o zaman unutma beni.

Hatirlanacak cok huzunler bulacaksin,
Onlarin tohumunu havaya savurarak
Uzun bir yolculuk yaratacaksin kendine,
Her seyin, hicbir seyin yolculugu.
Iste o zaman an beni, yasa beni,
Kiyilarda bile bogulan seni,
Bir saz kusu olarak gezinen hayaletini,
Celiginden kemik oyan govdeni.

Icinde bir kacakci yasar senin,
Kayikla dolasir gollerinde,
Beynine tabanca ve siir satar,
O kacakcinin bakisini sakin unutma.

ULKU TAMER

GÜNES ÖZLEMI

Çeksem kapiyi gitsem
Taslari arasinda çimenler biten
Kaldirimlar boyunca gitsem
Açik pencerelerinden beyaz yorganlar görünen
Isikli dut gölgelerinden
Fakir mahallelerinin akkavaklari
Yalansiz suyla günesle büyüyen
Ordan öte katirtirnaklari sari sari
Bir erguvanlar vardi
Pembe mi desem deli mi desem

Bu ümit olmasa içimde
Buralarda bir gün beklemem

Necati Cumali

HER DILDE TÜRKÜLERIN MERAMI BIR

Her dilde türkülerin merami bir
Sila, iki gözlü bir ev, bir gelin
Kovboyun dilinde yavuz bir at, bir kement
Doguda, bizim çobanlarin dilinde
Taze ekmek, taze peynir

Mutlu olmak her vakit elimizdedir
Bütün istedigimiz bundan ibaret
Köylüye toprak, kovboya kement
Her seyin basinda, herseyden önce
Hürriyet

Necati Cumali

emirgan'da çay saati

çerağan sarayı'ndan büyükdere'ye
üşümek sonbaharında eski çınarların
uzadığı yerlerde gizlice akşamların
başlayıp adeta kendini dinlemeye
kafeslerin ardında bol gözlü bir kadın
ansızın giydirilmiş ipek feraceye
bir çay yalnızlığı emirgan'dan öteye
değdikçe ısındığı yaldızlı bardağın
nedim'den yansıması tatyos efendi'ye
tenha bir genç kız sesiyle hicazkar'ın
kuytularda çürüdüğü bağdadi yalıların
yorgun sarmaşıklarıyla sarkmış bahçeye
soğuk kuşlar gibi dağılır boğazda
rüzğarın getirdiği dönük bir yağmur pusu
istinye'de gemilerin karanlık uykusu
kırık direkleriyle dalgın ve hasta
birden içimi kaplayan ölüm korkusu
selam verilince meçhul bir namazda
gazali'yse biraz mevlana biraz da
kubbenin altındaki divan uğultusu
'şeref' vapurundan en kirli beyazda
yüzlerce harbiyeli sürgün yolcusu
havada bir asılmış adam kokusu
istanbul jöntürkleri hüzzam bir yaşta
yankılarıyla telaşlı geceleri bebek'ten
motorların taşıyıp o kadar bitiremediği
en yılgın sonbahar benim gözlerimdeki
çok daha dumanlı mütareke günlerinden
alaturka saat kaçta ikinci tömbeki
miralay sadık beyin nargilesinden
dem çekip kumrular gibi sebilleri senlendiren
osmanlı sehpalarının gölgesindeki
emirğan'da acılaşmak koyu bir semaverden
çaylar gibi kararıp kaç defalarca eski
bir şiir üzüntüsüyle müseddes biçimindeki
çoktan unutulmuş kilitli defterlerden

BEN SANA MECBURUM

ben sana mecburum bilemezsin
adını mıh gibi aklımda tutuyorum
büyüdükçe büyüyor gözlerin
ben sana mecburum bilemezsin
içimi seninle ısıtıyorum

ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
bu şehir o eski İstanbul mudur
karanlıkta bulutlar parçalanıyor
sokak lambaları birden yanıyor
kaldırımlarda yağmur kokusu
ben sana mecburum sen yoksun

sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
insan bir akşamüstü ansızın yorulur
tutsak ustura ağzında yaşamaktan
kimi zaman ellerini kırar tutkusu
birkaç hayat çıkarır yaşamasından
hangi kapıyı çalsa kimi zaman
arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor
eski zamanlardan bir cuma çalıyor
durup köşe başında deliksiz dinlesem
sana kullanılmamış bir gök getirsem
haftalar ellerimde ufalanıyor
ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
ben sana mecburum sen yoksun

belki Haziran'da mavi benekli çocuksun
ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
bir şileb sızıyor ıssız gözlerinden
belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
belki körsün kırılmışsın telaş içindesin
kötü rüzğar saçlarını götürüyor

ne vakit bir yaşamak düşünsem
bu kurtlar sofrasında belki zor
ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
ne vakit bir yaşamak düşünsem
sus deyip adınla başlıyorum
içimsıra kımıldıyor gizli denizlerin
hayır başka türlü olmayacak
ben sana mecburum bilemezsin.

AYRILIK SEVDAYA DAHİL

Açılmış sarmaşık gülleri kokularıyla baygın
En görkemli saatinde yıldız alacasının
Gizli bir yılan gibi yuvarlanmış içimde kader
Uzak bir telefonda ağlayan yağmurlu genç kadın
Rüzğar uzak karanlıklara surmuş yıldızları
Mor kıvılcımlar geçiyor dağınık yalnızlığımdan
Onu çok arıyorum onu çok arıyorum
Heryerimde vücudumun ağır yanık sızıları
Bir yerlere yıldırım düşüyorum
Ayrılığımızı hissettiğim an demirler eriyor hırsımdan
Ay ışığına batmış karabiber ağaçları gümüş tozu
Gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar yaseminler unutulmuş
Tedirgin gülümser
Çünkü ayrılık da sevdaya dahil çünkü ayrılanlar hala sevgili
Hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
Her an ötekisiyle birlikte herşey onunla ilgili
Telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
Gittikçe genişliyen yakılmış ot kokusu
Yıldızlar inanılmıyacak bir irilikte
Yansımalar tutmuş bütün sahili
Çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
Öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
Çünkü ayrılıklar da sevdaya dahil
Çünkü ayrılanlar hala sevgili
Yalnızlık hızla alçalan bulutlar karanlık bir ağırlık
Hava ağır toprak ağır yaprak ağır
Su tozları yağıyor üstümüze
Özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
Eflatuna çalar puslu lacivert bir sis kuşattı ormanı
Karanlık çöktü denize
Yalnızlık çakmak taşı gibi sert elmas gibi keskin
Ne yanına dönsen bir yerin kesilir fena kan kaybedersin
Kapını bir çalan olmadı mı hele elini bir tutan
Bilekleri bembeyaz kuğu boynu parmakları uzun ve ince
Sımsıcak bakışları suç ortağı kaçamak gülüşleri gizlice
Yalnızların en büyük sorunu tek başına özgürlük ne işe yarayacak
Bir türlü çözemedikleri bu ölü bir gezegenin soğuk tenhalığına
Benzemesin diye özgürlük mutlaka paylaşılacak suç ortağı bir sevgiliyle
Sanmıştık ki ikimiz yeryüzünde ancak birbirimiz için varız
İkimiz sanmıştık ki tek kişilik bir yalnızlığa bile rahatça sığarız
Hiç yanılmamışız her an düşüp düşüp kristal bir bardak gibi
Tuz parça kırılsak da hala içimizde o yanardağ ağzı
Hala kıpkızıl gülümseyen sanki ateşten bir tebessüm zehir zemberek AŞKIMIZ

ATİLLA İLHAN

AGLAR VEYSEL CIKMAZ SESI

Ah cektikce erir gider
Yuregimin yagi benim
Seni gorsem durur gider
Dillerimin bagi benim
Gam leskesi saf saf oldu
Hep sozlerim bos laf oldu
Senin yolunda mahv oldu
Gencligimin cagi benim
Ah belimi buken oldu
Gurbet bana diken oldu
Alti aydir mekan oldu
Dibi kirkkiz dagi benim
Sensin derdine dustugum
Hayal oldu konustugum
Her gun yedigim ictigim
Icerimde agu benim
Aglar VEYSEL cikmaz sesi
Gine costu gam deryasi
Garip gonlumun yaylasi
Guzel husnun bagi benim

ASIK VEYSEL

ALÇAKTA YÜKSEKTE YATAN

Alçakta yüksekte yatan erenler
Yetisin imdada aldi dert beni
Basimi alip hangi yere gideyim
Gittigim yerlerde buldu dert beni

Oturup benimle ibadet kildi
Yalan söyledi de yüzüme güldü
Yalin kiliç olup üstüme geldi
Çaldi bölük bölük böldü dert beni

Üstümüzden gelen boran kis gibi
Yavru sahin pençesinde kus gibi
Seher çagi bir korkulu düs gibi
Çagirta çagirta aldi dert beni

Abdal Pîr Sultan'im gönlüm hastadir
Kimseye diyemem gönlüm yastadir
Bilmem deli oldu bilmem ustadir
Söyle bir sevdaya saldi dert beni


Pir Sultan Abdal

Saturday, September 23, 2006

Bayrak

Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü
Kızkardeşimin gelinligi, şehidimin son örtusü.
Işık lşık, dalga dalga bayrağım,
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.
Sana benim gözümle bakmayanın
Mezarını kazacağım.
Seni selamlamadan uçan kuşun
Yuvasını bozacağım.

Dalgalandığın yerde ne korku ne keder...
Gölgende bana da, bana da yer ver!
Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar!
Yurda, ay-yıldızının ışığı yeter.

Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün
Kızıllığında ısındık;
Dağlardan çöllere düşürdüğü gün
Gölgene sığındık.

Ey şimdi süzgün, rüzgarlarda dalgalı;
Barışın güvercini, savaşın kartalı...
Yüksek yerlerde açan çiçeğim;
Senin altında doğdum,
Senin dibinde öleceğim.

Tarihim, şerefim, şiirim, herşeyim;
Yer yüzünde yer beyen:
Nereye dikilmek istersen
Söyle seni oraya dikeyim!

Uyu Yavrum

Uyu yavrum, uyanacak günler var,
Yarınları gözetleyen dünler var.
Baban şehit izlerinde ünler var.
O izlerde sen de dolaş
Öç gününe sen tezce ulaş

Uyu yavrum, tepesinde haç yatan
Camiler vardır bu mu seni ağlatan?
Dayanamaz çiğnenmeye bu vatan
Camilere götür hilal,
Hem yurdu, hem de öcünü al.

Turan

Nabızlarımda vuran duygular ki, tarihin
Birer derin sesidir, ben sahifelerde değil,
Güzide, şanlı, necip ırkımın uzak ve yakın
Bütün zaferlerini kalbimin tanininde
Nabızlarımda okur,anlar eylerim tebcil.

Sahifelerde değil, çünkü Atilla, Cengiz
Zaferle ırkımı tetviç eden bu nasiyeler
O tuzlu çerçevelerde, o iftiramiz
Muhit içinde görünmekte kirli, sermende;
Fakat şerefle numayan Sezar ve İskender!

Nabızlarımda evet, çünkü ilm için müphem
Kalan Oğuz Han'ı kalbim tanır tamamiyle
Damarlarımda yaşar şan ve ihtişamiyle
Oğuz Han, işte budur gönlümü eden mülhem:

Vatan ne Türkiyedir Türklere ne Türkistan;
Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan...
ZİYA GÖKALP

Yolların Sonu

Bu gün yollanıyorken bir gurbete yeniden
Belki bir kişi bile gelmeyecektir bize.
Bir kemiğin ardında saatlerce yol giden
İtler bile gülecek kimsesizliğimize.

Gidiyorum: gönlümde acısı yanıkların...
Ordularla yenilmez bir gayız var kanımda.
Dün benimle birlikte gülen tanıdıkların
Yalnız bir hatırsı kaldı artık yanımda.

Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmaz;
Çünkü bu yol kutludur, gider Tanrı Dağına.
Halbuki yoldaşını bırakıp dönenlerin
Değişilir topuda bir sokak kaltağına.

İster düşün... Kendini ister hayale kaptır...
Uzar uzar, çünkü hiç sonu yoktur yolların.
Bakarsın aldanmışsın, gördüğün bir seraptır
Sevimli bir hayale açılırken kolların.

Ey doğunun anlımı serinleten rüzgarı!
Ey karanlıkta bana arkadaşlık eden ay!
Arzularım bir oktur, aşar ulu dağları.
Düştüğü yer uzakta "DİLEK" adlı bir saray.

O sarayda bulunca Tanrılaşan erleri
Artık gözüm arkaya bir daha dönmeyecek.
Hepsi sussa da "Kür şad" uzatarak elini;
"Hoş geldin oğlum ATSIZ, kutlu olsun!" diyecek.

Hüseyin Nihal Atsız 1932

Wednesday, September 20, 2006

Kara Yılan

Güneşin yeni doğduğunu sana haber veriyorum
Yağmurun hafifliğini toprağın ağırlığını
Ve bütün varlığımla kara yılan seni çağırıyorum
Seni çağırıyorum parmaklarımdan süt içmeğe
Pamuğun ağırlığını yapan dağın hafifliğini
Sana haber veriyorum yeni doğduğunu güneşin

Ben güneyli çocuk arkadaşım ben güneyli çocuk
Günahlarım kadar ömrüm vardır
Ağarmayan saçımı güneşe tutuyorum
Saçlarımı acının elınde unutuyorum
Parmaklarımdan süt içmeğe çağırıyorum seni
Ben güneyli çocuk arkadaşım ben güneyli çocuk

Ben çiçek gibi taşımıyorum göğsümde aşkı
Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum
Gelmiş dayanmışım demir kapısına sevdanın
Ben yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyorum
Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum

Seni süt içmeğe çağırıyorum parmaklarımdan
Kara yılan kara yılan kara yılan kara yılan


Sezai Karakoç |

Kim Özlerdi Avuç İçlerinin Kokusunu

O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,
arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar
bırakılmasaydı eğer.

Dayanılması o kadar da zor değildir,
büyük ayrılıklar bile, en güzel yerde başlatılsaydı eğer.

Utanılacak bir şey değildir ağlamak,
yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer.

Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık,
çalınan birinin kalbiyse eğer.

Korkulacak bir yanı yoktur aşkların,
insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer.

O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses,
hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.

Daha çabuk unutulurdu belki su sızdırmayan sarılmalar,
kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.

Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,
öylesine delice bakmasalardı eğer.

Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı
belki de,
kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer.

Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece
sohbetlerinin,
son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer.

Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman,
meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır
yaralamasaydı eğer.

Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman,
beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer.

Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,
tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer.

O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi,
yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.

O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar,
son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.

Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri,
her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer.

Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de,
dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer.

Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel,
namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer.

Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından,
dokunulası ipekten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer.

Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de,
sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.

Yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine,
kulağına okunacak biri olsaydı eğer.

İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir
ayrılık gizlendiğine
belki de, kartvizitinde "onca ayrılığın birinci
dereceden failidir"
denmeseydi eğer.

Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,
ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.

Issızlığa teslim olmazdı sahiller,
kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle
avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.

Sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
Yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini
tutmak isterse...

Evet Sevgili,
Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu, kim
uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık
etmiş olmasalardı eğer!!


Can Yücel |

Ben Hayatta En Çok Babamı Sevdim

Ben hayatta en çok babamı sevdim
Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü ha düşecek
Nasıl koşarsa ardından bir devin

O çapkın babamı ben öyle sevdim
Bilmezdi ki oturduğumuz semti
Geldi mi de gidici - hep, hep acele işi
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi
Atlastan bakardım nereye gitti
Öyle öyle ezber ettim gurbeti

Sevinçten uçardım hasta oldum mu,
Kırkı geçerse ateş, çağırırlar İstanbul'a
Bi helallaşmak ister elbet , diğ'mi oğluyla!
Tifoyken başardım bu aşk oy'nunu,
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu,

En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin,
Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, canevim
Hayatta ben en çok babamı sevdim.


Can Yücel

Akdeniz Yaraşıyor Sana

Akdeniz yaraşıyor sana
Yıldızlar terler ya sen de terliyorsun
Aynı ıslak pırıltı burun kanatlarında
Hiç dinmiyor motorların gürültüsü
Köpekler havlıyor uzaktan
Demin bir çocuk ağladı
Fatmanım cumbadan çarşaf silkiyor yine
Ali dumdum anasına sövüyor saatlerdir
Denizi tokmaklıyor balıkçılar
Bu sesler işte sessizliğini büyüten toprak
O sesinin sardunyalar gibi konuşkan sessizliği

Hayatta yattık dün gece
Üstümüzde meltem
Kekik kokuyor ellerim hala
Senle yatmadım sanki
Dağları dolaştım

Ben senden öğrendim deniz yazmayı
Elimden düşmüyor mavi kalem
Bir tirandil çıkar gibi sefere
Okula gidiyor öğretmenim
Ben de ardından açılıyorum
Bir poyraz çizip deftere
Bir ada var sırf ebabil
Dönüyor dönüyor başımda
Senle yaşadığım günler
Gümüş bir çevre oldu ömrüm
Değince güneşine

Neden sonra buldum o kaçakçı mağarasını
Gözlerim kamaşınca senden
Ölüm belki sularından kaçırdığım
O loş suda yıkanmaktır
Durdukça yosundan yeşil
Kulaç attıkça mavi

Ben düzde sanırdım yıkıntım
Örenim alkolik asarım
Mutun doruğundaymışım meğer

Senle çıkınca anladım
Eski Yunan atları var hani
Yeleleri bükümlü
Gün inerken de öyle
Ağaçtan izdüşümleriyle
Yürüyor Balan tepeleri
Yürüyor bölük bölük can
Toplu bir güzelliğe doğru

Kadınım Yaraşıyorsun sen Akdenize

Kaynak: Sekizibiryerde
Can Yücel |

Yalnızlık Macerası

Öyle yalnız kaldım ki hayatımda
Kimi gün öldüm kimi gün ilah oldum
Çok zaman annemin dizlerine hasret
Koydum başımı kendi dizlerime
Doya doya ağladım

Paylaşırsa dost paylaşırmış
İnsanın derdini sevincini
Dost ümidiyle ortalığa düşmeye gör
Hangi kapıyı çalsan kimseler yok
Hangi omuza dokunsam yabancı çıkar

Aşık mı olmadım taparcasına
Bir Mecnun geçti o çöllerden bir de ben
Diz mi çektirmedim alemde Kerem gibi
Ferhat gibi gürz mü sallamadım dağlara
Ne Leyla yar oldu bana ne Aslı ne Şirin

O gün bugün sırtımı kendim sıvazlıyorum
Sabahları sokağa çıkmadan evvel
Cesaret şairim cesaret
Kendi saçlarımı okşuyorum geceleri
Sevgilimin saçları niyetine.


Cahit Sıtkı Tarancı |

Meşgale

Kimi insan derbeder
Ömrünü heba edip gider
Kimisi maişet derdine düşmüş
Rahattan bihaber
Olmayacak işler peşinde
Kimisi taban teper
Kimisi dul kimisi yetimdir
Alınyazısı kahreder
Aklından zoru var kiminin
Merhamet ister
Ben sevda çekerim
Hepsinden beter.


Cahit Sıtkı Tarancı

Memleket İsterim

Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.

Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikayet ölümden olsun.


Cahit Sıtkı Tarancı |

Ben Aşk Adamıyım

Dolaştığım denizlerce düşünüyorum,
Bineceğim son gemi değil midir
Hayır sahibi omuzlarda giden tabut.
Herkes gibi teselliye muhtaç olsaydım eğer,
Derdim ki: "Elbet bir ağlayanım olur benim de;
Ramazan geceleri Yasin okuyanım,
Baharda kabrime menekşe getirenim de."

Fakat bütün bunlar da olur,
Yine tasa etmem,
Yine kırılmam kimseye.
Ben aşk adamıyım,
Sevmeye geldim insanları,
Gönlümle, elimle, kafamla sevmeye;
Hesapsız, karşılıksız,
Ayrılık gayrılık gözetmeden.
Gün gelip gidersem şayet,
Öyle severekten gideceğim ki,
Karanlık kıyılardan bile olsa,
Candan selamlarım,
Civarımdan geçecek gemileri;
Güneşli gemileri;
Şarkılı gemileri;
İçlerinde kendim varmışım gibi!


Cahit Sıtkı Tarancı |

Sakarya Türküsü

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir
Oluklar çift; birinden nur akar, birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakarya'nın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?
Bu dava hor, bu dava öksüz, bu dava büyük!..

Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal;
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal.
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan;
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu an;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında halâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgar o sedayı: Allah bir!
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!
Sakarya, saf çocuğu, masum Anadolu'nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, gözyaşıyla ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, son Peygamber kılavuz!

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!..


Necip Fazıl Kısakürek |

O'nun Ümmetinden Ol

Beri gel, serseri yol!
O'nun Ümmetinden ol!
Sel sel kümelerle dol!
O'nun Ümmetinden ol!

Sen, hiçliğe bakan yön!
Hep sıfır, arka ve ön!
Dosdoğru Kâbe'ye dön!
O'nun Ümmetinden ol!

Gel dünya, mundar kafes!
Gel, gırtlakta son nefes!
Gel, Arşı arayan ses!
O'nun Ümmetinden ol!

Solmaz, solmaz; bu bir renk...
Ölmez, ölmez; bir ahenk...
İnsanlık; hevenk hevenk,
O'nun Ümmetinden ol!

1949

Necip Fazıl Kısakürek |

Kaldırımlar III

Bir esmer kadındır ki, kaldırımlarda gece,
Vecd içinde başı dik, hayalini sürükler.
Simsiyah gözlerine, bir ân, gözüm değince,
Yolumu bekleyen genç, haydi düş peşime, der.

Ondan bir temas gibi rüzgâr beni bürür de,
Tutmak, tutmak isterim, onu göğsüme alıp.
Bir türlü yetişemem, fecre kadar yürür de,
Heyhat, o bir ince ruh, bense etten bir kalıp.

Arkamdan bir kahkaha duysam yaralanırım;
Onu bir başkasına râm oluyor sanırım,
Görsem pencerelerde, soyunan bir karaltı.

Varsın, bugün bir acı duymasın gözyaşımdan;
Bana rahat bir döşek serince yerin altı,
Bilirim, kalkmayacak, bir yâr gibi başımdan...

1927

Necip Fazıl Kısakürek |

Kaldırımlar II

Başını bir gayeye satmış kahraman gibi,
Etinle, kemiğinle, sokakların malısın!
Kurulup şiltesine bir tahtaravan gibi,
Sonsuz mesafelerin üstünden aşmalısın!

Fahişe yataklardan kaçtığın günden beri,
Erimiş ruhlarımız bir derdin potasında.
Senin gölgeni içmiş, onun gözbebekleri;
Onun taşı erimiş, senin kafatasında.

İkinizin de ne eş ne arkadaşınız var;
Sükût gibi münzevi, çığlık gibi hürsünüz.
Dünyada taşınacak bir kuru başınız var;
Onu da, hangi diyar olsa götürürsünüz.

Yağız atlı süvari, koştur atını, koştur!
Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları.
Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur,
Ne senin anladığın kadar kaldırımları...

1927

Necip Fazıl Kısakürek |

Kaldırımlar I

Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında,
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.

Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık.
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn-cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık.
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.

İçimde damla damla bir korku birikiyor,
Sanıyorum her sokak başını kesmiş devler,
Üstüme camlarını hep simsiyah dikiyor.
Gözüne mil çekilmiş bir ama gibi evler.

Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi,
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur ses kesilince sesi,
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.

Bana düşmez can vermek yumuşak bir kucakta,
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum...
Aman sabah olmasın bu karanlık sokakta,
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum.

Ben gideyim yol gitsin, ben gideyim yol gitsin,
İki yanımdan aksın bir sel gibi fenerler...
Tak tak ayaksesimi aç köpekler işitsin.
Yolumun zafer takı gölgeden taş kemerler.

Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim!
Gündüzler size kalsın verin karanlıkları.
Islak bir yorgan gibi sımsıkı bürüneyim.
Örtün üstüme örtün, serin karanlıkları.

Uzanıverse gövdem taşlara boydan boya,
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp sokaklar kadar esrarlı bir uykuya.
Ölse kaldırımların kara sevdalı eşi.


Necip Fazıl Kısakürek |

Anneme Mektup

Ben bu gurbet ile düştüm düşeli,
Her gün biraz daha süzülmekteyim.
Her gece, içinde mermer döşeli,
Bir soğuk yatakta büzülmekteyim.

Böylece bir lâhza kaldığım zaman,
Geceyi koynuma aldığım zaman,
Gözlerim kapanıp daldığım zaman,
Yeniden yollara düzülmekteyim.

Son günüm yaklaştı görünesiye,
Kalmadı bir adım yol ileriye;
Yüzünü görmeden ölürsem diye,
Üzülmekteyim ben, üzülmekteyim.

1924

Necip Fazıl Kısakürek |

Güneşi İçenlerin Türküsü

Bu bir türkü:-
toprak çanaklarda
güneşi içenlerin türküsü!
Bu bir örgü:-
alev bir saç örgüsü!
kıvranıyor;
kanlı; kızıl bir meş'ale gibi yanıyor
esmer alınlarında
bakır ayakları çıplak kahramanların!
Ben de gördüm o kahramanları,
ben de sardım o örgüyü,
ben de onlarla
güneşe giden
köprüden
geçtim!
Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi.
Ben de söyledim o türküyü!

Yüreğimiz topraktan aldı hızını;
altın yeleli aslanların ağzını
yırtarak
gerindik!
Sıçradık;
şimşekli rüzgâra bindik!.
Kayalardan
kayalarla kopan kartallar
çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını.
Alev bilekli süvariler kamçılıyor
şaha kalkan atlarını!

Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!

Düşmesin bizimle yola:
evinde ağlayanların
göz yaşlarını
boynunda ağır bir
zincir
gibi taşıyanlar!
Bıraksın peşimizi
kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar!

İşte:
şu güneşten
düşen
ateşte
milyonlarla kırmızı yürek yanıyor!

Sen de çıkar
göğsünün kafesinden yüreğini;
şu güneşten
düşen
ateşe fırlat;
yüreğini yüreklerimizin yanına at!

Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!

Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk!
Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız,
toprak kokuyor bakır sakallarımız!
Neş'emiz sıcak!
kan kadar sıcak,
delikanlıların rüyalarında yanan
" o an"
kadar sıcak!
Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak,
ölülerimizin başlarına basarak
yükseliyoruz
güneşe doğru!

Ölenler
döğüşerek öldüler;
güneşe gömüldüler.
Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!

Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaaaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!

Üzümleri kan damlalı kırmızı bağlar tütüyor!
Kalın tuğla bacalar
kıvranarak
ötüyor!
Haykırdı en önde giden,
emreden!
Bu ses!
Bu sesin kuvveti,
bu kuvvet
yaralı aç kurtların gözlerine perde
vuran,
onları oldukları yerde
durduran
kuvvet!
Emret ki ölelim
emret!
Güneşi içiyoruz sesinde!
Coşuyoruz,
coşuyor!..
Yangınlı ufukların dumanlı perdesinde
mızrakları göğü yırtan atlılar koşuyor!

Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaaaaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!


Toprak bakır
gök bakır.
Haykır güneşi içenlerin türküsünü,
Hay-kır
Haykıralım!

1924

Nazım Hikmet Ran |

Memed'e Son Mektubumdur

Bir yandan cellatlar girdi araya,
Bir yandan, oyun etti bana
bu mendebur yürek,

Nasip olmayacak Memed'im yavrum,
seni bir daha görmek.

Biliyorum,

buğday başağı gibi delikanlı olacaksın,
ben de öyleydim gençliğimde,
kumral, ince, uzun;

gözlerin ananınkiler gibi kocaman,
bazen de bir parça bir tuhaf mahzun;
alnın alabildiğine aydınlık;
herhalde sesin de olacak
- berbattı benimkisi -

türküler döktüreceksin yanık mı yanık...
Konuşmasını mı bileceksin
- ben de becerirdim o işi
sinirlenmediğim zamanlar -

bal damlayacak dilinden.
Vay, Memet, kızların çekeceği var
senin elinden.

Müşküldür
babasız büyütmek erkek evladı.

Ananı üzme oğlum,
ben güldürmedim yüzünü,
sen güldür.

Anan,
ipek gibi kuvvetli, ipek gibi yumuşak;
anan,
nineliğinde bile güzel olacak
onu ilk gördüğüm günkü gibi,
Boğaziçi'nde,
on yedisinde
ay işığı, günışığı, can eriği,
dünya güzeli.

Anan,
ayrıldık bir sabah,
buluşmak üzre,
buluşamadık.

Anan,
anaların en iyisi en akıllısı,
yüz yıl yaşar inşallah...

Ölmekten, oğlum korkmuyorum,
ama ne de olsa
iş arasında bazen
irkilip ansızın,

yahut yalnızlığında uyku öncesinin
günleri saymak biraz zor.

Dünyada doymak olmuyor, Memet,
doymak olmuyor...

Dünyada kiracı gibi değil,
yazlığa gelmiş gibi de değil,
yaşa dünyada babanın eviymiş gibi...
Tohuma, toprağa, denize inan.
İnsana hepsinden önce.

Bulutu, makinayı, kitabı sev,
insanı hepsinden önce.

Kuruyan dalın
sönen yıldızın
sakat hayvanın
duy kederini,
hepsinden önce de insanın.

Sevindirsin seni cümlesi nimetlerin
sevindirsin seni karanlık ve aydınlık,
sevindirsin seni dört mevsim.
ama hepsinden önce insan sevindirsin seni.
Memet,
memleketler içinde bir şirin memlekettir
Türkiye,
bizim memleket,
insanı da,
su katılmamışı,
çalışkandır, ağırbaşlı, yiğittir,
ama dehşetli fakir.
.............
...............
Memet,
ben dilimden, türkülerimden,
tuzumdan, ekmeğimden uzakta,
anana hasret, sana hasret,
yoldaşlarıma, halkıma hasret öleceğim,
ama sürgünde değil,
gurbet ellerde değil,

öleceğim rüyalarımın memleketinde,
beyaz şehrinde en güzel günlerimin.
.............
...............


Nazım Hikmet Ran |

Karıma Mektup

Bir tanem!
Son mektubunda:
"Başım sızlıyor
yüreğim sersem!"
diyorsun.
"Seni asarlarsa
seni kaybedersem,"
diyorsun,
"yaşayamam!"

Yaşarsın, karıcığım,
kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda;
yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısı,
en fazla bir yıl sürer
yirminci asırlarda
ölüm acısı.
Ölüm
bir ipte sallanan bir ölü.
Bu ölüme bir türlü
razı olmuyor gönlüm.
Fakat
emin ol ki, sevgili,
zavallı bir çingenenin
kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
geçirecekse eğer
ipi boğazıma,
mavi gözlerimde korkuyu görmek için
boşuna bakacaklar
Nazım'a!

Ben,
alacakaranlığında son sabahımın
dostlarımı ve seni göreceğim,
ve yalnız
yarım kalmış bir şarkının acısını
toprağa götüreceğim...
Karım benim!
İyi yürekli,
altın renkli,
gözleri baldan tatlı arım benim;
ne diye yazdım sana
istendiğini idamımın,
daha dava ilk adımında
ve bir şalgam gibi koparmıyorlar
kellesini adamın.
Haydi bunlara boş ver.
Bunlar uzak bir ihtimal!
Paran varsa eğer
bana fanila bir don al,
tuttu bacağımın siyatik ağrısı.
Ve unutma ki
daima iyi şeyler düşünmeli
bir mahpusun karısı.


Nazım Hikmet Ran |

Bu Vatana Nasıl Kıydılar

İnsan olan vatanını satar mı?
Suyun içip ekmeğini yediniz.
Dünyada vatandan aziz şey var mı?
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?

Onu didik didik didiklediler,
saçlarından tutup sürüklediler.
götürüp kâfire : "Buyur..." dediler.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?

Eli kolu zincirlere vurulmuş,
vatan çırılçıplak yere serilmiş.
Oturmuş göğsüne Teksaslı çavuş.
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?

Günü gelir çarh düzüne çevrilir,
günü gelir hesabınız görülür.
Günü gelir sualiniz sorulur :
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?

1959

Nazım Hikmet Ran |

ACEMİ

Annemin ilk çocuğuyum,
Annem acemi,
Doktor acemi,
Ebe acemi,
Hasılı kelam acemilik doğuştan bela,
Attığım ilk adımda düşmüşüm,
Doğaldır demesin kimse sakın,
Acemiliğimdendir bu düşüş dostlarım.

Derken alışmışız iyi kötü ayakta durmaya,
Bir defter bir kalem tutuşturup elimize düşürmüşler okul yoluna,
Okula acemi...
Sınıfın en güzel kızına aşık olmuşum,
Aşka acemi,
Zamanla sever olmuşum kalem tutmayı,
Şiirler yazmaya çalışmışım,
Şiire acemi!

Halfeti - 26.12.2005

Veysel Karani Muslu

ABBAS

Haydi abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalp ağrısı.
Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber Sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce.
Bas kırbacı sihirli seccadeye,
Göster hükmettiğini mesafeye
Ve zamana.
Katıp tozu dumanı,
Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş'tan;
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.

1942

Cahit Sıtkı Tarancı